Kendimi ifade ve eşya ile münasebetimi tayin ve kainattaki yerimi tespit gibi hususlar...*

Saturday, December 18, 2010

Hoşçakalın Bay Edwards


The Pink PantherThe PartyThe Return of the Pink PantherThe Pink Panther Strikes Again ve Revenge of the Pink Panther için size çok teşekkür ediyorum. Bir bakıma Peter Sellers'ı tanımama vesile oldunuz. Yıllardır, beni güldürecek bir şey aradığımda Clouseau'nun Kato'nun sırtında nunchaku patlatmasını izler buluyorum kendimi ki daha geçen hafta bu sebeple anmıştım sizi.  Mekanınız cennet olsun...

Movie Videos & Movie Scenes at MOVIECLIPS.com





Friday, October 22, 2010

X şehrinde en sevdiğiniz heykeller hangisi?

Ülkemin üçüncü büyük şehrinde doğup büyüyüp, üniversite yıllarını ikinci büyük şehrinde geçirip nihayetinde ülkenin bir çok insanı gibi en büyük ve en acaip şehrine yakınsamış biri olarak kendi cevaplarım var. Ama bu cevapları kolay vermedim. Size de soruyorum ama merakım hangi heykeller olmasından ziyade soruya cevap verme süreniz aslında.Çünkü ben düşünürken baya bir zaman geçti. Aha aha inanır mısınız o kadar çoklar ki en güzelini seçemedim demek ister deli gönül ama yok...  İzmir'i düşünürken ilk anda aklima heykel gelmedi, asıl buna inanin! Sonra kendime, Pınar Cumhuriyet Meydanındaki atlı Atatürk heykeli şu an ağlıyor biliyor musun diye çıkıştım. Ama işte sorun tam burdaydı. Benim heykel diye kastettiğim meydanlarda havuzlarla çevrelenmiş ya da kaidelerle yükseltilmiş dokunulamayan ulaşılmaz heykeller değil ki efendim! Ben yolda yürürken yanından geçebileceğiniz, heybet göstergesi olması gerekmeyen -evet anladınız- en klişe tabirle sanat için sanat olan heykellerden bahsediyorum. İşte onları hatırlamak zordu. Hafızamı yokladım,  sonunda buldum. Birinciliği Ankara kazandı. Başkent olmasındandır büyük olasılıkla, bende en akılda kalan heykeller orda, hesaba katmayacağım dediğim meydan ve Kurtuluş Savaşı temalı olanlar dahil:

Ankara'dan:
Madenci Heykeli


İnsan Hakları Heykeli (Fotoğraf bir protesto günü çekilmiş.)


Yukarıdakiler  Metin Yurdanur'un. ODTÜ Bilim Ağacı'na da duygusal olarak had safhada bağlıyım:



Bu ise heyula olanlardan en güzeli: Güven anıtı


İzmir'den:
Kordon (nispeten yeni):

İnönü ve Atatürk:


İstanbul'dan:
Bizzat görmediğim ama merak ettiğim Güzel İstanbul heykeli (politik kavganın ortasında kalmış sansürlenip Karaköy meydanından Yıldız Parkı'nın kuytularına atılmış güzellik):


Lütfi Kırdar Kültür Kongre Merkezindeki kadın heykeli:


İşte benim favorim: Kuşlar


Bu heykeli Atatürk Havalimani'na giderken Unkapanı civarında görüyorum. İstanbul Manifaturacılar Çarşısının duvarına monte edilmiş. Çok bakımsız, çok eskimiş ama çok dikkat çekici ve güzel. Kuzgun Acar kalbimi çaldın, ruhun şad olsun...

not: nasıl bulunur bir sponsor bu heykele bir bakım yaptırmak için düşünüyorum ciddi ciddi, fikri olan?

Monday, October 11, 2010

Yine Yeni Yeniden


Bu seneyi elimize yüzümüze bulaştırdık... 

Lise Tübitak biyoloji projem toksiklerin mısır tohumlarının büyümesine etkisiydi. Mısır tohumlarını sularken eser miktarda alüminyum iyonu içeren bir karışım ekliyorduk suya. Alüminyum iyonu suyla reaksiyona giriyor ve asidik bir ortam yaratiyor. Amacımız asit yağmurlarının etkisini anlamaktı. Miktar arttıkça tohumlar ya hiç filizlenmiyor ya da bodur kalıyordu. O zamandan beri hazzetmem, tırsarım alüminyumdan.  Macaristan'daki alüminyum fabrikasının sebep olduğu olayı duyunca resmen kanım dondu.  Canlı bir şey kalamaz orda. Ne olacak şimdi?

Saturday, September 25, 2010

Saturday, September 11, 2010

İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne geç kalınmış bir ziyaret

Uzun zamandır gideyim, gidiyorum derken bir baktım İstanbul'da yıllarım geçmiş. Deniz sağolsun, sonunda şeytanın bacağını kırdım. Sultanahmet ve çevre semtlerinin o oryantal ve aşırı osmanlı atmosferi, fesli ve kazıkçı satıcıları beni pek açmaz. O yüzden bu müze benim için Sultanahmet'te bir vaha oldu. Müzenin ilk katıyla Osmanlı'dan Helenistik döneme ışınlanıverdik şaşkınlık içinde:

 

 

Tüm mekanı tek bir kişiye borçluyuz desek yalan olmaz. Osman Hamdi Bey'den allah razi olsun, müzecilik ve tarihi eserlerin korunması konusunda Türkiye hala adamcağızın bıraktığı mirası yiyor. O olmasa bu müzedekileri (mesela aşağıdaki Sidon kral nekropolünden çıkmış acaip güzel İskender lahiti gibi) ve mesela nemrut dağındaki tanrı başlarını yine dünyanın başka güzide müzelerinde görüyor olurduk. Tanımadan sevip sarılmak istediğim insanlardan biri kendisi.


Bol bol hayran kaldık:


Tahminimizden çok büyük bir müze olduğunu farkettiğimizde artık bizim için çok geçti. Bütün gün sadece ilk katı bitirebildik. Bu arada Deniz'le, deniz tanrısını da canlandırmaya çalıştık. Hoş ve saf bir çabaydı itiraf etmeliyim. Tanrılar kızsın diye bekliyorum hala...


Arayı açmadan üst katları da gezersek harika olacak. Ama sanırım en can alıcı olanlarını gördük. Ve bitmiş bir vaziyette akşamı ettik.

Tuesday, August 31, 2010

Berlinale hakkında

Isabella Rossellini bu sene jüri başkanıymış. Kendisini de annesini de çok severim. Aşağıdaki resmi de sen neymişsin dedirtti bana:


Bir diğer sevilesi sayılası insan Werner Herzog da (ki geçen seneki jüri başkanı oydu) açılışı yapacakmış. Grizzly Man, ve Encounters at the End of the World'den sonra artık gözümü karartıp Klaus Kinski'li filmlerini izlemeliyim diyorum. Bu noktada Klaus Kinski korkumu yenmek için Ahmet Cihat'a güveniyorum, beni yalnız bırakmayacaktır umarım.

Wednesday, August 18, 2010

Kadife'ye Veda

Kadife Hanım ya da Bayan Kıllı Kulak artık gidiyor. Bir sene boyunca stres topum olduğu ve günlerimi güzelleştirdiği için kendisine teşekkür ediyorum. Artık Ankaralı bir kedi olacak. Umarım keyfi hep yerinde olur şaşkının...

Daha fazla fotoya buradan ulaşılabilir...

Friday, August 13, 2010

Judgment at Nuremberg


7 ay önce izlemiş olmama rağmen zaman zaman ve her seferinde farklı bir yerinden aklıma geliyor bu film. Filmde Nazi savaş suçlusu Alman yargıçların Amerikalı yargıçlar tarafından yargılanmaları anlatılıyor. Yargıçların yargıçları yargıladıkları bir durum zaten başlı başına çok ilginç. Yasaları uygulamak mı yoksa adil olmak mı sorusu hem sanık sandalyesindeki yargıçların hem de Amerikalı yargıçların beyinlerini yiyor. Olayların yüzde doksanı mahkeme salonunda geçiyor ve bu harika filme rahatlıkla sinema tarihindeki en iyi mahkeme filmi denebilir. Ama işin garibi, bu kadar yoğun bir mahkeme hadisesi sürerken siz kalan ayrıntılardan Alman halkının savaş ve yenilgi sonrasi psikolojisi, Amerikalıların Almanlara, Almanların Amerikalilara bakış açısı, Amerika'nın yargılayan pozisyonundayken bile Almanya ile arasını sıcak tutma çabası ve sıradan günlük hayat hakkında bir şeyler bilir oluyorsunuz her nasılsa.


Filmi bu kadar iyi yapan diğer şey de inanılmaz oyuncu kadrosu tabi ki. Spencer Tracy, Maximilian Schell, Marlene Dietrich, Richard Widmark, Judy Garland ve Montgomery Clift ve Burt Lancester var. Spencer Tracy ve Burt Lancester'ın tiradları sırasında insan resmen heyecanlanıyor. Ama hepsini Montgomery Clift solluyor. Nazi döneminde; kafasının çok çalışmadığı, zekasının geri kalmış olduğu bir kaç basit testle anlaşılınca hadım edilmiş bir karakteri oynuyor. 15 kadar dakika boyunca tanık sandalyesinde adam öyle bir döktürmüş ki, insan Oscar almamış olmasına inanamıyor. Marlene Dietrich bu filmde de bu dünyaya ait olmayan bir varlık olduğunu kanıtlamış. İddia ediyorum o kadın insan olamaz, elf olduğundan şüphe ediyorum. Ve filmde soykırımla ilgili gerçek görüntülerin kanıt olarak sunulduğu bir bölüm var. Bu sahne bence herhangi bir soykırım filminden çok daha etkiliydi. Benim için şimdiye kadar izlediğim en iyi holocaust filmiydi.

not: Filmin yukarıdaki afişini de övmeden edemeyeceğim.

Tuesday, July 20, 2010

Dracula

Bram Stoker's Dracula'yı, çok çok güzel bir yerde Philip Glass & Kronos Quartet'ten dinleye dinleye izledik. Müziğin güzelliği ve uyumuyla kulaklarımızın pası silindi. Hep, müzikleri canlı icra edilen bir filme gitmek istemiştim. Daha güzel bir başlangıç olamazdı.

Wednesday, June 23, 2010

Afrika hariç değil...

Günlerdir BP'nin Meksika Körfezi'nde sebep olduğu çevre felaketi  ABD merkezli olmakla beraber amerikalıları ve neticesinde Türkiye dahil olma(mak)la beraber Dünya'yı meşgul ediyor.  Etmeyecek gibi değil tabi ki. Günümüzün Çernobili hatta ondan kötüsü olduğu düşünülen bir felaket var ortada. Yıllarca etkileri katlana katlana, burnumuzdan fitil fitil gelecek bir facia yaşıyoruz. Yaşadığımız olaydan kaynaklanan maliyetin tam olarak ölçülebilmesi mümkün olmayacak maalesef. 10 sene sonra yokolacak türlerden, dibe çökmüş yağın taşınmasıyla oluşacak yeni çevre felaketlerinden, dolaylı yollardan kaynaklanan hastalıklardan ve can kayıplarından BP sorumlu olmayacak kağıt üzerinde. Belki bundan sonra maliyeti biraz daha arttırıp daha temkinli projelendirecekler işlerini. Ama tüm işlerini değil: Bu günlerde Dünya'yı meşgul eden diğer konu olan Dünya kupasıyla hatırladığımız, insanlığın yalnız ve güzel kıtası Afrika için geçerli değil bu söylediklerim: Nijerya'da son 50 yılda 1.5 milyon tonluk sızıntı olmuş. Exxon'un Alaska'daki felaketindeki sızıntının 50 katı. Her sene irili ufaklı 300 sızıntı insanların su kaynaklarını ve topraklarını kirletiyor. Sirketler her olayı iç savaşa, vandalizme bağlayıp çok geç ve kalıcı olmayan mudahalelerle geçiştiriyorlar durumu.  Devlet de zaten petrolden en kolay parayı kazanma peşinde, Shell'den farkları yok. Bölgede ortalama ömür 40. Para yok, içecek su yok, tutacak balık yok. En kötüsü bunu Dünya'ya duyaracak güçleri yok. Başlarında "BP will pay every dime for oil spill" diyecek Obama'ları yok.* 


Bu pankarttaki yazıya bakınca düşünmeden edemiyorum. Evet doğru; BP oradaki insanların yaşam şeklini değiştirdi, alt üst etti şimdi. Ama oturup şunu düşünmeliyiz bu pankartı yazan insanlarla: Neydi sizin yaşam şekliniz? Bizim yaşama şeklimiz ne? Onu da BP yaratmamış mıydı? Ucuz benzin, otomobil, bol balık, bol et, bol plastik, bol elektrik, ışıl ışıl alışveriş merkezlerimizi bize kimler verdi? 

*

Monday, June 07, 2010

Bonobo

Son zamanlarda gördüğüm en güzel bonobo kişisi...

not: kaynak

Tuesday, May 18, 2010

How do we know we're not hallucinating?


We love G. House. We wish we didn't, but we can't help it...

Iphone uygulamalarının en güzeli


iGorilla uygulamasıyla, Virunga ulusal parkı'ndaki goril aileleri izlenebiliyormuş. Bir goril ailesi seçip onların hayatlarını video ya da fotoğraflarla takip etmek mümkünmüş. Ama daha güzeli, uygulama için ödenen 4 doların çoğu da parka gidiyormuş. Bu harika uygulamayı yapanların ellerinden öpesim geliyor.

Dağ gorilleri sosyal, genelde çok sakin, kendi hallerinde harika primatlar. Sayıları giderek azalıyor (700 küsur tane kalmışlar).  Biliyoruz ki bir çok hayvanın soyu tükeniyor. İyi ki buna engel olmaya çalışan insanlar var. Biz onlardan biri olmak zorunda değiliz ama yardım edebiliriz. Artık teknoloji sayesinde yardım fırsatları ayağımıza geliyor. Daha ne olsun?


Friday, May 14, 2010

Alfred Hitchcock Vertigo'su

Vertigosu olan sadece Scottie'ydi ama, asıl filmin kendisi bir bütün olarak -tek kelimeyle- "dönüyordu".  Judy'nin sırrını öğrendiğimiz andan itibaren bir anda nasıl her şey onun da hikayesi oluverdi? Başrol ne zaman değişti? Bir aşk nasıl bu kadar imkansız oldu?

Tuesday, May 11, 2010

The birds do it and the bees do it...

70'leri, soul'u ve yaz mevsimini sevmemden kaynaklanan bir sempati besliyorum bu şarkıya. Keşke adidas reklamından önce de biliyor olsaydım:
...
I wanna know why can't there be love
Because the birds do it and the bees do it ...

Tuesday, April 13, 2010

Yunuslar ve Gösteri Merkezleri

Yunuslar doğal yaşam alanlarında bir gün içinde 10larca deniz mili yüzen, dalgalarla ve birbirleriyle yarışan oldukça sosyal memeliler. Birbirleriyle iletişimlerini ve taze balık bulmalarını sahip oldukları biyolojik sonar sistemleriyle sağlıyorlar. Sizi suda gördüklerinde sadece sizi değil, kalbinizi, kalbinizin atışını, hamileyseniz içinizdeki bebeği görüyorlar. Sesler ve aynı zamanda da sessizliğin kendisi hayati onlar için.

Gösteri merkezlerinde daracık havuzlarda, ölü balıkla "ödüllendirildikleri" bir hayat yaşıyorlar. Denizin sesini dinlemeleri gerekirken korkunç alkışlar ve çocuk sesleriyle bir nevi kör, dilsiz, sağır kalıyorlar. Gösteri merkezlerinin arkasındaki balık depolarında, yiyecekleri balıkların içine ağrı kesiciler ve mide ilaçları sıkıştırılıyor. Çok kısa zamanda ülser oluyorlar stresten çünkü. Zaten özgür türdaşlarından çok daha kısa oluyor hayatları. Solunum sistemleri bizimkisi gibi otonom olmadığından nefes almaktan vazgeçebiliyorlar. Hayatlarında kontrol edebildikleri tek ve son şeyden vazgeçiyorlar.*

Türkiye'de bir çok yunus gösteri merkezi açılıyor. Avrupa'da tepkiler sebebiyle rağbet azalmaya başlamışken bizde yasalarla korunan bir standart olmadığından batıdakinden de beter koşullarda yaşıyor olma olasılıkları çok yüksek yeni merkezler açılıyor. Aşağıda konuyla ilgili karşıma ilk çıkanlar şunlardı:

"Son derece hızlı ve uzun mesafe yüzebilen yunusların vücut sistemlerinin çalışması için havuzda ortalama 2500 tur atması gerekiyor."
 En sondaki sitede şöyle yazıyordu:
"İlk gösterilerini açılış töreninde gerçekleştirilen yunuslar ziyaretçilerin alkışlarıyla daha da neşeleniyor." Cümle hem dilbilgisi olarak hem bilgi olarak yanlış, gerçekten ironik.

Lütfen bu gösteri merkezlerine gitmeyin.

* İlgilenenlere The Cove belgeselini izlemelerini öneririm, bilgiler oradan. O belgeselden ayrıca bahsetmek istiyorum sonra.

Tuesday, April 06, 2010

LIFE

BBC yine inanılmaz şeyler yapmış. Ara ara bbc earth news'den bazı bölümlerini izleyip heyecanlanıyordum. Ama bu trailer beni delirtti...

Sunday, April 04, 2010

Conan O'brien

Televizyonu ne zaman açsam Jay Leno'yu görüyorum, üzülüyorum. Conan O'brien'ın son The Tonight Show'daki halini hatırlıyorum. Resmen üzgündü adam. Conan O'brien'ı özlüyorum...

Wednesday, February 10, 2010

Star Wars Revisited

Sıra A New Hope'da, seriyi yarıladık. Ben de bu arada yıllar önce Star Wars müzesinde çektiğim bir kaç fotoğrafı buldum size göstermek için:

Sunday, January 31, 2010

A long time ago...

Cnbc-e ve E2'de Star Wars etkinlikleri var. Yanlış sırayla veriyorlar, kaç kere izlediğimi hatırlamıyorum  vb. şeyler demiş olsam da geçen hafta bir baktım The Phantom Menace'ı izleyivermişim. Bu gün de Attack of The Clones var. Bu episode'u hiç sevmemiştim ama yine de izlemek istiyorum. Düşündüğümden daha çok seviyormuşum Star Wars'u. Sadece filmleri değil, bu filmlere yapılan göndermeleri de çok seviyorum. Dosyalarımı karıştırıken alttaki reklamı buldum, çok güldüm:


Ve şunu farkettim, episode 4,5 ve 6'ya eski üçlü diyoruz ama episode 1 çekileli de 10 sene olmuş. Annem'in dediği gibi günler değil ama yıllar çabuk geçiyor. Kaset denilen bir nevi müzik dosyalarımız vardı, kaset dolduran dükkanlar vardı. O kadar da eski degil gibi geliyor avunmak istiyorum ama kime göre neye göre: