Kendimi ifade ve eşya ile münasebetimi tayin ve kainattaki yerimi tespit gibi hususlar...*

Friday, August 13, 2010

Judgment at Nuremberg


7 ay önce izlemiş olmama rağmen zaman zaman ve her seferinde farklı bir yerinden aklıma geliyor bu film. Filmde Nazi savaş suçlusu Alman yargıçların Amerikalı yargıçlar tarafından yargılanmaları anlatılıyor. Yargıçların yargıçları yargıladıkları bir durum zaten başlı başına çok ilginç. Yasaları uygulamak mı yoksa adil olmak mı sorusu hem sanık sandalyesindeki yargıçların hem de Amerikalı yargıçların beyinlerini yiyor. Olayların yüzde doksanı mahkeme salonunda geçiyor ve bu harika filme rahatlıkla sinema tarihindeki en iyi mahkeme filmi denebilir. Ama işin garibi, bu kadar yoğun bir mahkeme hadisesi sürerken siz kalan ayrıntılardan Alman halkının savaş ve yenilgi sonrasi psikolojisi, Amerikalıların Almanlara, Almanların Amerikalilara bakış açısı, Amerika'nın yargılayan pozisyonundayken bile Almanya ile arasını sıcak tutma çabası ve sıradan günlük hayat hakkında bir şeyler bilir oluyorsunuz her nasılsa.


Filmi bu kadar iyi yapan diğer şey de inanılmaz oyuncu kadrosu tabi ki. Spencer Tracy, Maximilian Schell, Marlene Dietrich, Richard Widmark, Judy Garland ve Montgomery Clift ve Burt Lancester var. Spencer Tracy ve Burt Lancester'ın tiradları sırasında insan resmen heyecanlanıyor. Ama hepsini Montgomery Clift solluyor. Nazi döneminde; kafasının çok çalışmadığı, zekasının geri kalmış olduğu bir kaç basit testle anlaşılınca hadım edilmiş bir karakteri oynuyor. 15 kadar dakika boyunca tanık sandalyesinde adam öyle bir döktürmüş ki, insan Oscar almamış olmasına inanamıyor. Marlene Dietrich bu filmde de bu dünyaya ait olmayan bir varlık olduğunu kanıtlamış. İddia ediyorum o kadın insan olamaz, elf olduğundan şüphe ediyorum. Ve filmde soykırımla ilgili gerçek görüntülerin kanıt olarak sunulduğu bir bölüm var. Bu sahne bence herhangi bir soykırım filminden çok daha etkiliydi. Benim için şimdiye kadar izlediğim en iyi holocaust filmiydi.

not: Filmin yukarıdaki afişini de övmeden edemeyeceğim.

4 comments:

Ahmet C. Toker said...

film afisinin bir cok rock grubuna ilham kaynagi oldugunu soylesem yanilmis olmam herhalde. queen, beatles, the doors...

Nazlı said...

pınar sanırım aynı zamanlarda izlemişiz bu filmi, seninle tutturduğumuz ilginç senkronlar var. bu filmdeki pekçok sahnenin capcanlı zihnimde halen dolaştığını söylemeliyim. en son izlediğim iki film var, tarkovsky'nin stalker adlı filmi, bir de costa gavras'ın Z adlı filmi. bu dünyada ölümsüz iz bırakmanın güzel iki örneği. özellikle stalker filmini izledikten sonra tarkovsky'nin beyninin nasıl çalıştığını düşünmek istedim, böyle bir film çekebilmek için bir beyin nasıl işler, anlamak istiyorum cidden.

e. pınar said...

Evet dedigin gibi film insanin zihninden kolay kolay cikacak gibi degil. Zaten ben de cok sik filmi dusunur buldugum icin kendimi, yazmaya karar verdim. Stalker da uzun zamandir movie folderimda duruyor. Filmden bir kac snapshot gordugumden beri hem merak ediyorum hem de cekiniyorum gercekten. Tarkovsky urkutucu bir insan. Z'yi bilmiyordum. En kisa zamanda izliyorum. Sagol canim.

Nazlı said...

Dun gece Costa Gavras'in Missing adli filmini de izledim, film 1982'de Yilmaz Guney'in Yol filmi ile Cannes'da Altin Palmiye'yi paylasmis, izlemediysen onu da izlemeni salik veririm.